17 Ağustos 2015 Pazartesi

Panoptik - Sonrası Postmodern - Akışkan – Gözetim ve Self-Panoptisizm

                                                    “Bir mahkumun ilk görevi kaçmaktır.” - Michel Foucault


Gözetim fenomeni bugün giderek daha çok ilgiye konu oluyor: İnsanın ontolojik tasarımına yönelik ilk açıklama biçimlerinde yani varlığın temelinin doğaüstü bir güce atfedildiği dönemden günümüze dek insan bazen Tanrı bazen bir öteki-yabancı veya bir yapı tarafından sürekli ya da süreksiz olarak gözetlenen bir nesne konumundadır. Shakespeare’in Hamlet eserinin başlangıcında Francisco karakteri Elsinore Kalesinin nöbetini tutmaktadır. Burada söz konusu olan nöbet edimi kaleyi ve kalenin ihtiva ettiği toplumu her türlü muhtemel dışsal tehlikeye karşı koruma anlamında -savunmayı ön plana çıkartan- bir gözetleme edimidir. Ancak moderniteyle birlikte gözetim, geleneksel toplumlardaki bu masumiyetini yitirmiş, yerini toplumu ve toplumu bir araya getiren her bir özneyi muhtemel bir tehlike olarak kategoriye sokan “saldırgan” olarak niteleyebileceğimiz bir hale bürünmüştür.

Aydınlanmanın bir düşünürü olarak Jean-Jacques Rousseau’nun tüm toplumsal “karanlık bölge”lerin modern toplumun hukuki paradigması ve rasyonalitesiyle birlikte dağılacağını ve yeni bir toplumsal “apaçıklık” evresine geçtiğimizi müjdelemesinin üzerinden çok zaman geçti. Rousseau’nun “karanlık bölge”lerden kastının bilgisine tam olarak vakıf olamasak ta daha çok mahremiyeti ve anomali halini çağrıştıran bu deyim bize modernitenin ve aydınlanmacı paradigmanın sosyo-politik uzamı hakkından pek çok fikir vermektedir. Çünkü sürecin devamında Foucault’nun ifadesiyle Jeremy Bentham Rousseau’yu tamamlayan figür olarak karşımıza çıkmıştır. Moderniteyle birlikte geleneksel toplumda düzenin ve kaçış çizgilerinin temeli olan mahremiyet, yok edilmesi gereken muhtemel bir tehlike olarak ele alınmaya ve yaşamın tüm muhtevası normla ifade bulan bir istatistiki değere ya da bir evraka göre biçimlendirilmeye başlanmıştır. Söz konusu “karanlık bölgeler” tabiri aydınlanmacı paradigmanın örtük otoriterliğinin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Rousseauda vücut bulan aydınlanmacı düşün Benthamcı disiplin teknikleriyle herhangi bir uyuşmazlığı söz konusu olmamıştır. Aydınlanmanın toplumun huzur ve refahının bilim ve teknolojik ilerlemede yattığına yönelik paradigması, sibernetik çağın eşiğindeki postmodern dünyanın kaçış çizgilerini sürekli olarak kendine mal edebilen küresel- sözde “failsiz” iktidarı, akışkanlığa dayanan belirsizliği, sapkın bir hedonizmle baştan çıkarılarak sinizme yönelmiş öznelliği ve sürekli olarak kamçılanan güvenlik paranoyasıyla yaratılmış olan korku toplumunun söz konusu distopik hakikatiyle bertaraf olmuş durumdadır.

Günümüzde giderek daha çok tartışılır hale gelen gözetim olgusu, gündelik hayatın kılcallıklarında hissedilebilir bir hakikat yasasına dönüşmüş durumda. Uzun süredir sessizce yayılan gözetime yönelik son dönemde yükselen farkındalık mobese sisteminin New York’dan, Yeni Delhi’ye, İstanbul’dan, Pekin’e kadar genel geçer bir uygulama alanına sahip olmaya başlaması, internet üzerinden alışverişin tüketici veri tabanlı pazarlama teknikleri, sosyal medyanın yükselişi ve özellikle 11 Eylül sonrası güvenlik paranoyasının dayattığı vücut tarayıcıları ile biyometrik denetleyicilerin giderek yaygınlaşmasının sonucu…



Gözetimin mobese sistemiyle hayatlarımızın “doğal” bir parçası haline getirilişi yani normalleştirilmesi, sosyal medya gibi araçlarla öznenin kendi mahremiyetini yok eder konuma indirgenmesi, güvenlik talepleriyle şirket ve devletlerin aşırıya kaçan kontrol mekanizmalarını her geçen gün daha da fazla gündeme getirmesi, dijital güvenlik duvarları ve pek çok olgu gözetimin modern açıklama biçimi olarak Panoptikon şemasının artık yetersizleştiğinin başlıca göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Gözetimin söz konusu yeni veçheleri Ban(Yasak)-optikon, Sinoptikon ve Poli-optikon gibi yeni terimlerle karşılanmaya çalışılmaktadır. Akademik hayatının büyük bir bölümünü gözetim olgusuna eğilerek geçiren ve artık bu konuda dünya çapında bir uzman sayılan David Lyon ile geniş yelpazede verdiği eserleriyle Kıta Avrupası sosyolojisine yeni bir soluk getirmiş olan Zygmunt Bauman’ın gözetim temalı söyleşilerinden oluşan “Akışkan Gözetim”(Ayrıntı Yay., 2013) isimli eser günümüzde gözetim sorunsalının yeni rabıtalarını keşfetmek ve gözetimin özneleşme, iktidar, disiplin, güvenlik gibi kavram ve süreçlerle ilişkisini anlamak için değerli bir çabanın ürünü olarak karşımızda. Bauman’ın bugünkü durum için kullandığı -değişik kavramsallaştırmalardaki karşılığını postmodernite ya da “geç modernite” olarak bulan- “akışkan modernite”(Liquid Modernity) kavramı günümüzü anlamak için oldukça isabetli bir kavram. Bauman “akışkan”lık sıfatını, toplumsal kimliklerin, biçimlerin, süreçlerin ve ilişkilerin son derece devingen ve kırılgan olup hızla çözüldüğü, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemi en doğru şekilde karşılaması bakımından kullanıyor. Toplumsalın sürekli değişkenliğiyle “katı” bir biçime bürünmekte yaşadığı zorluğu, somutluk kazandığı an çözülmekte olan yapıya karşı öznelerin hakikati yakalamak ve ona direnmekte yaşadığı güçlüğü ifade eden Baumancı sosyoloji Marx ve Engels’in “katı olan her şey buharlaşıyor” söyleminin yerine “katı olan her şey ‘akışkan’laşıyor” söylemini getiriyor. Günümüz koşullarının bu akışkanlığı hakikati ve faili sürekli olarak elimizden kaçırıyor oluşumuzun en birincil müsebbibidir. Küreselleşme ve enformasyon devrimi gibi masum kavramlarla ifade edilen süreçlerin tümü, akışların dolaşım ağı içerisinde dayattığı sürekli değişken hakikat ile kaçış çizgilerini ve kendi çeperinde açılabilecek muhtemel yarıkları tam anlamıyla kapatabilmeyi başarabilmiş, gittikçe failsizleşen ya da bu izlenimi yaratabilen, yeni bir iktidar modelinin hizmetindedir. Günümüzde gözetim olgusu da modernitenin bu akışkanlığına oldukça başarıyla eklemlenebilmiş gözüküyor.

Panoptikonun Radikalleşmesi ve Akışkanlaşması

Pragmatist bir hapishane reformcusu olan mimar Jeremy Bentham Panoptikon şemasını “bir üst aklın, gücü elde etmesinin yeni bir modeli” gibi söylemlerle hayata geçirirken bu şemanın modern toplum ve iktidarın yeni formunun apaçık bir dışavurumu olduğunun belki de farkında değildi. Yunanca Pan(Bütün) ve optikon(gözlemlemek) kelimelerinin birleşim olan panoptikon “her yeri gözleyebilen” anlamına gelmektedir. Michel Foucault’nun tespit ettiği gibi modern iktidarın başlıca koşulu olan disiplin pratiklerinin temeli bu şemaya dayanmaktadır. Ortadaki gözetim kulesinin çevresindeki birkaç katlı tek kişilik hücrelerden oluşan bir halka üstüne kurulu bu şema, dış pencerelerden sürekli olarak sızan güneş ışınlarıyla adeta ortadaki gözetim kulesini görünmez hücreyi ise aydınlık kılan yapısıyla mahkûmda sürekli olarak gözetlenebilme ihtimalinden yola çıkarak bir “öz-disiplin” yaratmayı amaçlamaktaydı. Mahkûm ne zaman izlendiğinin bilgisine asla vakıf olamadığından zihninde sürekli olarak izlendiğine –izlenebilir olduğuna- dair bir düşünceyle hareket eder. İstenmeyen her hareketin ve davranış kalıbının sonucunun ceza olduğunun bilincinde olan mahkum sürekli olarak gözetlenebilir olmasından ileri gelen kuşkuyla kendi kendini terbiye eden bir özne konumuna indirgenir. Bedenin sürekli gözetlenmesi yoluyla “ruh”u norma uygun bir şekilde terbiye eden disiplinci teknikler öznenin kendi maduniyet sürecine kendi çabasıyla katılımını sağlamak için en öncelikli iktidar stratejisidir. Söz konusu disiplinci yöntemlerle norma uygun toplumsal ilişkiler inşa edilir. 

    Panoptikon erken dönem modernitenin hapishane formu ve gözetim pratiği olarak ele alınmalıdır. Sabitlik ve kesinlik gibi ilkelere dayanan bu gözetim modeli Bauman’ın “katı modernite” olarak adlandırdığı evreye tekabül eder. Standartlık, sabitlik ve kesinlik panoptikon modelini tanımlar. Ancak günümüzün mobese sistemiyle destekli, sosyal medya  ve değişik otomasyon sistemleriyle sürekli yenilenen güvenlik ve gözetim pratikleri salt panoptik saiklerle açıklanamaz. Toplumsal alandaki tüm ilişkilerin “akışkan”laştığı günümüzde gözetimin de postmodernleşmesi söz konusudur. Ancak bu durum Panoptikon şemasının basitçe aşılmasından öte panoptik hakikatin radikalleşmesidir. Elektroniğin gözetime sağladığı geniş hareket alanı panoptikonu sayborglaştırmıştır.

    Panoptikon katı ve sabit imgesiyle Deleuze’un ağaç imgesine benzer ancak günümüzde gözetim de tüm diğer olgular gibi rizomatiktir (sarmaşık gibi yayılan, ağaç imgesinin işaret ettiğinin tersine yatay örgütlenen ve tüm toplumsal alanı tamamıyla kapsayan örüntüler). Söz konusu bu değişim Deleuze’ün savaş sonrası Batı toplumlarında tespit ettiği gibi disiplinci paradigmanın topyekun terk edilmesi sonucunda ortaya çıkan  ve disiplinin yerine kontrol ve güvenliği getiren “Denetim Toplumu”nun bir sonucudur. Foucaultcu “normalleştirme toplumu”na artık ihtiyaç kalmamış yani disiplin nihai bir zaferle mutlak denetime dönüşmüştür. Disiplinci kurumlar(okul, hastane, hapishane, tımarhane) halen varlığını koruyor olsa da Foucaultcu anlamda “normalleşme üzerine sürekli bir çaba” olarak kurulan yaşam pratikleri bir kurumun dayattığı öz-disiplinden çok Bauman’ın belirttiği gibi bir “kendin-yap disiplini”ne dönüşmüştür. Söz konusu durum denetimi geçerli kılan akışkan ilişkiler bütününün daha belirleyici olarak karşımıza çıkmasına neden olmuştur. Katı modernitenin gözetim şeması olarak Panoptikonun marjinal bir etkisi vardır. Ancak artık gözetim olgusu gündelik hayatın kılcallığı içinde karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde akışkan gözetimin etkisi marjinal değil, çoğu noktada belirleyicidir.



    Panoptikon şemasında “denetmen” merkezde yükselen kule içinde ilahi bir konuma sahiptir. Ve denetmenin varlığı kuleyle bütünleşmiştir. Bugün ise gözetimin denetmeni –faili- belirsizdir. Mahkumlar ve denetmen arasındaki karşılıklı bağımlılık günümüzde sona ermiştir. Panoptikon şemasında her ne kadar denetmen kulede varlığını gösteriyor olsa da bazen mahkumla doğrudan bir ilişkiye de girmektedir. Ancak günümüzde failin tamamen görünmez olduğu söylenebilir. Fail denetim toplumunun dayattığı ilişkiler bütünü sonucunda belirsizleşmiş ve varlığına ihtiyaç kalmamıştır. İktidar ve politika mefhumlarının da giderek birbirinden ayrılmakta olduğu günümüz koşullarında ulus-devlet düzeyinde kalan politik etkinlik küresel dünyanın dolaşım ağı içerisinde anlamsızlaşmış ve küresel ilişkiler ağına katılan öznenin sorunlarından çok daha ayrıksı bir hal almıştır. Politik kontrol olmaksızın iktidar bir belirsizlik ve güvencesizlik kaynağına dönüşmüştür. Ekonomi politikasında değişim yapan bir hükümetin sonucu borsa gibi belirsizlik kaynağından bekliyor olması ve bu konuda elinin kolunun bağlı olması politika ile iktidarın nasıl ayrıştığının bir göstergesidir. Söz konusu bu yeni durumda giderek failsizleşen iktidarın vücut bulmuş hali diyebileceğimiz gözetiminde ulus-devletle birlikte ama onu aşarak bir işlev gördüğü açıktır. Gözetim artık son derece yerel kalan politikadan uzak bir zaman ve mekanda, küresel sınırların ötesinde, ağsal bir dolaşıma içkin evrensel bir “yok-yer”de ikamet eder. Disiplin ve güvenlik(düzenleme-denetim) paradigmalarının amorf bir hal alarak gözetimde bütünleşmesi bu durumun bir başka yansımasıdır. Günümüzde önceleri yalnızca disiplinci kurumların pratiği olan gözetim, mobese sistemiyle sokaklara da taşınmıştır. Hapishane, okul hayatı gibi süreçlerle disiplin sürecinden geçmesine rağmen norma aykırı davranış biçimlerinde bulunan kesimlerin yeniden disiplinci süreçlere sokulmasını ifade eden gözetimci bir iktidar pratiğiydi. Ancak mobese sistemiyle beraber denetime yakalanan yani norma aykırı davranış kalıpları içinde bulunan öznelerin yeniden disiplinci süreçlere gönderilmesine gerek kalmamıştır. Çünkü özneler zaten mobesenin gözetimi altında sürekli bir disiplin süreci içerisindedir. Mobese sistemiyle beraber sokaklar özneler arası şeffaf hapishanelere dönüşmüştür. Bu durum bir bakıma disiplinin terk edilerek güvenlik vurgusunun iktidar süreçlerinin öncelikli vurgusuna dönüşmesine neden olmaktadır. Artık güvenlik olgusu Minority Report(2002), Person of İnterest(2011) gibi film/roman ve dizilerde olduğu gibi geleceğe yönelik bir projeye dönüşmüştür. Söz konusu eserlerde gelecekte gerçekleşecek olayları tahmin edebilecek dijital teknik ve istatistiksel akıl yürütmenin geçerli olacağı -günümüzden bakınca pek yakın duran- bir gözetim hakikati içinde iktidar kendi çeperindeki muhtemel tüm yarıkları kapatmış durumdadır. Gözetimin bu güvenlikçi paranoyası içinde yaşadığımız koşulların Orwellci “Büyük Birader” metaforundan çok (Büyük Birader bir denetmen- fail olduğundan panoptiktir) Kafkaesk bir hakikatin parçası olduğumuzun göstergesidir.

    Artık gözetim belli bir fail tarafından uygulanan pratikler olmaktan çok tüm öznelerin sosyal medya ve güvenlik paranoyası gibi etmenlerle birbirlerine ve doğrudan kendi mevcudiyetlerine uyguladıkları bir ilişki biçimidir. Yani özne ve iktidar ayrımı ortadan kalkmış tüm özneler gözetim konusunda faile dönüşmüştür. Bu aynı zamanda failin ölümü anlamına da gelmektedir. Bireyselliğin giderek arttığı günümüz koşullarında gündelik sorunlarına politika aracılığıyla çözüm üretemeyen birey karşılaştığı küresel ölçekli sorunlara bireysel çözümler yoluyla cevap vermektedir. Burada söz konusu olan artık politikadan ayrışmış olan küresel iktidarın özneyle tam anlamıyla bütünleşmiş olmasıdır. Burada Bauman’ın “iki numaralı yönetim devrimi” olarak nitelediği durum açıklayıcı olacaktır. Şirket içi ilişkilerde yöneticinin peşindeki danışmanlar ordusunun sayısal olarak giderek arttığı günümüz koşullarında yönetenin sorumlulukları da yönetilenin omuzlarına yığılmış durumdadır. Haftada yedi gün, yirmi dört saatlik performans gözetimi altında yönetilen –çalışan- özneler varoluşlarını ortadan kaybolma özgürlüğüne sahip yönetenin-patronun- işlerini en hızlı şekilde bitirmeye indirgemektedir. Bu özneler panoptik kuleyi geçersiz kılacak şekilde kendi kendilerinin bekçisi olmak özelliğine sahiptir. Burada günümüz koşullarının dayattığı Foucaultcu anlamda yeni bir yönetimsellik pratiği karşımıza çıkar. Yönetimselliğin söz konusu yeni formu Foucault’nun eserlerinin temelini oluşturan ve “kültürel bilinçdışı”nı görünür kılmaya çalışan “kendi maduniyet sürecimize kendi çabamızla neden katıldığımız?” sorusunun işaret ettiği hakikatin radikalleşmesidir. Kurumsal disiplin pratiklerinin özneye dayattığı öz-disiplin artık kendini gerçekleştirmek için herhangi bir kurumsallığa ihtiyaç duymamaktadır. Bu Bauman için artık bir nevi “kendin-yap” disiplin modelidir. Bauman, Etienne de la Boetie’nin günümüz koşullarını gözlemleme şansına sahip olsa ünlü “gönüllü kölelik” deyimi yerine “kendin-yap köleliği”ni kullanacağını belirtir. Bu durum aynı zamanda bürokratik bakış açısının gündelik hayata postmodern bir formda eklemlendiğinin göstergesidir. Bauman’ın “kayıtsızlaştırma” (adiaphoriation) olarak kavramsallaştırdığı bir çeşit sinizm türü diyebileceğimiz olgu burada karşımıza çıkar. Gündelik hayatta artık sıklıkla duyduğumuz “bu benim yetki alanımda değil” ya da “bu benim sorunum değil” gibi cümleler özneyi kendi tekilliğinin dar sınırlarına hapseden ve sinik bir ben-merkezciliğe indirgeyen –kayıtsızlaştıran- yeni tip “kendin-yap köleliği”nin dışavurumudur. Gözetim de söz konusu yeni durumun koşullarına uyum sağlamış gözükmektedir. Artık özneler gözetimin hem faili hem de madunu konumundadırlar. Sosyal medyanın bir dayatması olarak teşhirci bir sapkınlıkla baştan çıkartılan özneler röntgenci bir hazcılık uğruna kendi mahremiyetlerini kendi elleriyle yok eden öznelere dönüşmüştür. Burada gözetimin de bir tür “kendin-yap” mantığıyla şekillendiği aşikâr… Artık Panoptik gözetim kulesinin yerini self-panoptisizmin aldığını söylemek hiç de yanlış olmaz…

Ban-Optikon-Sinoptikon ve Hazza Satılan Mahremiyet Olarak Self-Panoptisizm

    Sosyal medyanın gözetimin akışkanlaşması ve mahremiyetin kaybı gibi konulardaki etkisi tartışma götürmez bir hakikat olarak karşımızda... İnternetle beraber anonimliğin ölümü ve yaşanan mahremiyet kaybı gözetimin akışkanlaşmasında belirleyici nedenlerindendir. Özneler sosyal medyanın sunduğu harikalar diyarına karşı mahremiyetlerini feda eder konumdadırlar. Cemaat kavramının sosyal bilimlerdeki kullanımının yerine geçen “ağ” kavramı artık sosyal ilişkilerin çoktan elektronik ve siber ilişkilere dönüştüğünün kanıtıdır. Günümüzde sosyal medya kullanımı kişinin özgür seçimine bırakılmaktan öte iktidar dispositiflerince (Tertibatları) öznelerden adeta zorla talep edilmekte ve sosyalleşmenin bir ön şartı olarak sunulmaktadır. Yaygın hücreleşmenin sonucu yalnızlaşan özneler sosyal ve bireysel hazları uğruna kendi mahremiyetlerini kendi elleriyle gözetime sunmaktadır. Bu noktada kapitalizmin dayattığı rekabetçi zihniyetle güdülenen “görünür olma fetişizmi”nin etkisi de son derece açık… Görünür olma fetişiminin bir sonucu olarak bugünlerde çok popüler olan “selfie” olgusu self-panoptisizm vardığı son noktayı gözler önüne sermektedir. Sosyal medya teşhir ve röntgene dayanan ilişkiler bütünü olarak Slavoj Zizek’in de belirttiği gibi “bakılanla beraber bakanı da aynı nesneleşmeye tabi tutan” panoptik gözlemci-denetmeni sosyal alana yayarak her bir özneyi hem fail hem madun kılmak gibi bir etkiye sahiptir. Bir metaforla açıklayacak olursa Alfred Hitchcock’un “Rear Window”(1954) isimli filminde sakatlığı sürece elindeki dürbünle bir iç bahçeye açılan penceresinden bir eğlence olarak röntgencilik yapan Jefferies karakterinin gözlediği apartman dairelerinin sakinleri de –sosyal medyayla birlikte- artık kendi dürbünlerine sahip birer röntgenci durumundadır. Bu yeni düzende herkes hem gözleyen(röntgenci) hem de gözlenen(teşhirci) konumundadır.



    Artık sosyal medya görmezden gelinmeme, damgalanmama, ihmal ve terk edilmeme ve aslında tüm bunların ötesinde “dışlanmama” umudu olarak karşımızdadır. Yeni siber sosyal ilişkiler dışlanmamak için teşhiri zorunlu kılmıştır. Eski panoptik hapsedilme korkusunun yerini “dışlanma” korkusu almıştır. Eski panoptik “asla yalnız değilim” korkusunun yerini “asla yalnız olamama” durumu almıştır. Dışlanma korkusu teşhirin sapkın keyfiyle yok edilmiştir. Güvenlik politikaları adı altında güvensizliğin kamçılandığı günümüz koşullarında özneler dışlanmamak için dışlamalı özgürlük için hapsetmelidir. Sosyal medyanın girişiyle bozulmuş olan “Rear Window” senaryosunda her bir röntgenci güvenliğe aykırı herhangi bir durum için her an tetiktedir. Söz konusu güvenlik olgusunu anlayabilmemiz için gözetim konusunda panoptikona alternatif yeni açıklama girişimleri olan “sinoptikon” ve “ban-optikon” kavramları oldukça elverişli…

Thomas Mathiesen’in sinoptikon kavramı panoptik “azın çoğu izlemesi”nin yerine günümüzde kitle iletişim araçları, disiplinin tamamen içselleştirilmesi ve gözetimin akışkanlaşması sonucu “çokun azı izlediği” bir hakikati koyuyor. Sinoptikonun panoptik modelin kitle iletişim araçlarıyla girdiği ilişkilerin açığa çıkarılması için son derece önemli bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Sinoptikon Bauman’ın ifadesiyle basitçe bir “kendin-yap” panoptikonu, failinin her bir özne olduğu “gözetimsiz bir gözetim biçimi… Didier Bigo’nun Jean-Luc Nancy’nin Agamben’den devşirdiği “Ban” (yasak) fikriyle Foucault’nun optikonunu birleştirdiği ban-optikon kavramı ise sinoptik gözetmensiz gözetimin geçerli olduğu homojen- öz-disiplinli kitlenin kurulmasını sağlayan sanal-kültürel bir dışlama aracı… Ban-optikon kültüre içkin ve bir yönüyle “Minority Report” filmindeki gibi meydana gelmemiş ama meydana gelmesi muhtemel “sapma”ları belirler. Ban-optikon şemasının işlevi bir grubu ya da azınlığı –o azınlığın dispositifin belirlediği davranış kalıplarının dışında kalıpları deneyimlemesi ihtimalinden hareketle- istenmeyen toplumsal kesimler (özellikle göçmenler) olarak dıştalar. Ban-optikon toplumsal sınıflandırma yaparak istenmeyen kategorileri kurar. Soyut bir aygıt olarak ban-optikon antagonizma sayesinde kurduğu  “kendin-yap” gözetiminin geçerli olduğu (sinoptikonun geçerli olduğu) bölgelere yani topluma girişi korur. Ban-optikonu disipline edici değil güvenlikçi-denetimci itkiler yönlendirir. Ban-optikonun işlevi panoptik şemanın “içeride tutmak” mantığının karşısında “dışarıda tutulacak” kesimleri belirlemesidir. Metaforumuz üzerinden gidecek olursak ban-optikon, “Rear Window”un açıldığı ve herkesin herkesi röntgenleyerek gözetmensiz gözetimi geçerli kıldığı iç bahçeye girişi korur…

Akışkan Gözetimde Kaçış İmkan(sızlık)ları

Foucault’nun iktidarın her şeyi kapsadığı için değil, her yerden geldiği için iktidar olduğunu ifade edişi üzerinden yarım asra yakın bir süre geçti. Söz konusu olan iktidarın yalnızca kurumsal olmayıp özneye içkin, özneyi kuran ve şekillendiren bir süreç olduğuna, iktidarın kendini mikro örüntülerdeki ilişkiler üzerinden kurabildiğine yönelik açıklama biçimi günümüzde belki de hiç olmadığı kadar geçerli… Gözetimin günümüzdeki radikalleşmiş koşullarıyla karşılaştırıldığında Foucault’nun panoptikon şemasına atfettiği anlam “her şeyi kapsayan” iktidar hipotezi olarak eleştirdiği açıklama biçimine daha uygundur. İktidar bugün Foucault’nun tahmin edebileceğinden çok daha radikal bir noktada özneleri içselleştirmiştir. Öyle ki disiplin bir kendiliğindenliğe dönüştürülerek terk edilmiş yerini salt güvenlik-denetim almıştır… 



    Sosyal medya düşünüldüğünde Foucault’nun itiraf edimine atfettiği anlamdan bahsetmek yerinde olacaktır. Foucault için itiraf iktidarın başat özneleştirme pratiğidir.  Foucault itirafın doğruluğun kıstası olarak kabul edildiğini ifade etmiştir. Onun kast ettiği itiraf son derece mahrem bir şekilde bir rahibe ya da psikanaliste yapılan öznenin kişisel tarihindeki önemli bir bilginin gün yüzüne çıkmasıdır. Foucault itirafın Geleneksel toplumda dinsel arınmanın, modern toplumda ise kişisel sağlık ve refahın aracı olarak sunulduğunu ifade etmiştir. Günümüzde ise sosyal medyadaki itirafı değersizleştiren onu basit bir teşhirciliğin temeline alan hakikatimiz, itirafı siberleşen sosyal ilişkilere katılabilmenin giriş bileti olarak belirlemiştir.

    Panoptik günümüzde gözetim kulesini görünmez kılmayı başarabilmiş gözükmektedir. Öznelerin öz-disiplinli varoluşları, güvenliği ön plana çıkaran kaygıları ve sosyal medyadaki self-panoptisizmi “gözetmensiz gözetimi” mümkün kılmaktadır. Ve günümüzde cezanın yerine ödülü, normatif düzenlemelerin yerine baştan çıkartma ve ayartmayı, polisliğe karşı arzuları terbiyeyi öne çıkarıp bunu mümkün kılan iktidarda kaçış çizgileri yaratabilme konusu öznelerin kendi mikro-politik savaşımlarıyla mümkün olabilir. Ancak söz konusu olabilecek en ufak bir kaçış çizgisi dahi postmodernite tarafından kolayca baştan çıkartılabilir.  Bauman’ın “katı olan her şey akışkanlaşıyor” söyleminde gözden kaçan nokta akışkanlığın buharlaşmanın ön safhası olduğudur. Bu noktada beliren temel sorun gelecekte gerçekleşecek “buharlaşma”nın (çözülmenin) yalnızca yapının çözülmesi-çökmesi mi olacağı yoksa yapının toplumla beraber mi çökeceği sorunudur… Postmodernitenin kendi karşıt süreçlerini kendine mal edebilen ya da alt-kültürleştirip ehlileştirebilen yapısında iktidar çeperinde bir yarık açabilmek ancak tepkisellikten uzak bir yaratıcı siyasetle mümkün olabilir. Ancak bu siyasetinde kendi otoriterleşme ya da alt-kültürleşme potansiyeline karşı uyanık olması elzemdir. Bu yaratıcı siyaset “buharlaşma”nın mahiyetini (yalnızca yapının sonu mu, yoksa toplumun kıyameti mi?) belirleyecektir…

Çağrı Uluğer

Bu yazı Mesele dergisinin 89. sayısında yayınlanmıştır.