Hindistan ve Almanya gibi ülkeler LGBTİ bireylerin cinsel
yönelimlerini üçüncü cinsiyet olarak resmen tanıdı. Radikal queer politika
açısından bu tanınmanın bir zaferi mi yoksa zafer görünümlü bir başka açık hava
hapishanesini mi imlediği tartışma konusu. Konuyu toplumsal cinsiyeti de
kapsayan bir radikal politik imgelem bağlamında inceleyeceğimiz metinde.
Deleuze ve Guattarici bir queer politikanın mümkünlüğü açısında üçüncü cinsiyet
kabulünü tartışmaya açacağız.
Cinsiyet farklılığı
üzerine üretilmeyi bekleyen queer bir refleksiyon, düşüncemizi bizden önce
düşünülmüş olanın ön-düzenlemesine tabi tutan kanaatlerin farklılığı algılama
biçimden bağımsız, olumlayıcı bir perspektiften tekrar ele alınmak üzere
güncelliğini koruyor. Farkı, her zaman bir dışsal ilişki uzamından ötekine
görece fark olarak düşünerek bir karşıtlığa indirgeyen verili düşünce
kalıplarımız, özdeşlik üstüne kurulu bir şema dahilinde farkı karşıtının olumsuzu
olarak kurgulamaktadır. Farkı, Aynılık-Ötekilik şemasına yerleştiren her
perspektif, farkta saklı akımları çoğaltan içsel olumlamayı bir Ötekilik olarak
Aynıya yönelmiş dışsal bir olumsuzlamaya indirgemiş ve farkı özdeşlik
mantığının zapturaptı altına almıştır. Bu şemada fark, en baştan Aynının
olmadığı her şey (Ötekilik) olarak kodlanarak özdeşliğin bir parçasına
indirgenmiştir. Farkı, kendinde fark olarak kendine dahi özdeş olamayan bir
sürekli farklanma şeklinde değil, bir görece fark olarak kurgulayarak onu
olumsuza indirgemek sanki kanaatlerimizi teşkil eden temel unsurdur. Ve
kanaatlerin olduğu yerde düşüncenin henüz filizlenmemiş olduğunu hatırlatmak
gerekir. Halbuki farkı bir dışsallık içinden değil, bir içsel fark olarak
dönüşümsel potansiyeli yüksek bir kendine özdeş olamama hali şeklinde kavramak
gerekir. Bu sorun politik olanı ele geçirmiş, bütün radikal politik mücadeleyi
bir olumsuzlama meselesine dönüştürmüştür. Ancak yapılması gereken iktidarın
verili politik doğurgularının mücadeleyi ikilikler arasındaki bir çıkmaz olarak
kurgulayan yapısında bir kırılma yaratmak, Deleuze ve Guattari’nin hatırlattığı
şekilde içsel farkın aktüelleştiği kaçış çizgileri çekebilmektir. Kaçış
çizgileri üreten bir politik mücadele imgesi, özdeşlik mantığının politik
mücadeleyi bir kısır döngüye yani ezilen bir kimliğin ezen bir kimliğe karşı
kendi özdeşliğini kabul ettirebilme meselesine indirgediği yerde farklı mümkün
olabilirlik sahaları açarak özdeşlik mantığı tarafından ön-düzenlemeye tabi
tutulmamış gerçek politik antagonizmalar yaratmaktır. Çünkü antagonizma Aynı ile
Öteki arasında değildir. Antagonizma, özdeşlik mantığının biçimlendirdiği
siyasal ilişkisellik biçimleriyle içsel fark olarak aktüelleşip verili olanı
dağıtan, kurucu siyasal güçler arasındadır.
Facial Weaponization Suite - Zach Blas
Burada Deleuze ve Guattari’nin
molar-moleküler ayrımına başvurmak kastedilen için açıklayıcı olacaktır. Molarlık,
standardize edilmiş kiplikler olarak normların sistematik bir tanınabilirlik
kıstası oluşturarak yaşamın formsuz maddesini biçimlendirdiği yani bedene
kimlikler dayattığı bütünlüklerdir. Yaşamın formsuz maddesi olarak beden
aslında cinsiyetsizdir, toplumsalın molar düzenlemeleri ona bir kadın ya da
erkek olarak cinsiyet tahsis eder. Sözde bir cinsiyetin özdeşliği üzerinden deneyimin
farklı veçhelerine çekilmiş bu molar sınırlandırma, özdeşlik mantığının politik
olana yansımasından başka bir şey değildir. Aynılık-ötekilik şemasının ifade
ettiği ilişkisellik, molar bir diyagramın ördüğü ağ içinde kimliklerin kısır
bir çatışmasını örgütlemektedir. Kısırdır çünkü “ikili-tekanlamlılık”
diyebileceğimiz bir işgüzarlık ilişkiselliğin doğasını baştan belirlemiştir.
Kadın, Erkek standardının çizdiği kıstasın yanı sıra görece vardır. Simgesel
düzen içinde kadın-erkek arasındaki ikilik, gösteren diktatörü olarak Fallusun
tekanlamlı yapılandırıcı işlemine tabidir. Yani ilişki ikili görünürmekte ancak
daha derinlerde Fallus-merkezli tekanlamlılığını korumaktadır. Bu
tekanlamlılığı üreten cinselliğin antropomorfik temsilidir.
“Antropomorfık temsil olarak adlandırdığımız şey, hem iki cinsiyet olduğuna
dair fikir, hem de sadece bir tane olduğuna dair fikirdir. Freudculuğun bu
tuhaf fikirle nasıl sızdığı bilinir, bu fikir, eksiklik olarak tarif edilen
kadınla ilişkili olarak, namevcudiyet olarak kadın cinsiyetiyle ilişkili
olarak, nihayetinde yalnızca bir cinsiyet, erkek bulunduğuna dairdir.”[1]
Bu antropomorfik temsilin sabitleştirdiği çelişki içinde
kalındığı müddetçe her politik girişim, tüm gösteren zincirlerini üst-kodlayan
fallusun erkek kimliğiyle yeniden ya da kadın kimliğiyle tersinden onaylamasına
varacak ve toplumsal cinsiyetin ataerkil doğası kendini bu ilişkide yeniden ve
yeniden üretecektir. Bu noktada molekülerlik, sabit kimliklerin altında saklı
kalmış çokluklar şeklinde yaşamın herhangi bir kimliğe oturtulamaz akışkanlığı
olarak karşımıza çıkar. Moleküler akışları yakalamış bir beden, kendine tahsis
edilen kimliklerin veya cinsiyetin deneyimi kısırlaştıran duvarlarını
kıracaktır. Özetle mesele toplumsal cinsiyet olduğunda antagonizma erkek ve
kadın arasında değil, cinselliği bu tarz antropomorfik temsillerle özdeşleştiren
ve iktidar ilişkilerini verili tahakkümleşmiş tarz içinde donduran molar
biçimlenişlerle, cinselliğin antropomorfik olmayan tarzlarını keşfetmiş,
cinsiyetlerin sınırları tarafından asla temellük edilemez olan moleküler
cinsellik pratiklerinin çoğulluğu arasındadır. Bu anlamda radikal queer
politika, cinsellik üzerindeki iktidarın antropomorfik temsilinden kaçan bir
kaçış çizgisinin ifadesi olarak karşımıza çıkar. Queer, Deleuze ve Guattari’den
alınmış bir perspektifle ele alındığında yalnızca eşcinsellik gibi bir başka
kimliksel kabule indirgenemeyecek, içsel farkı aktüelleştirmiş “n” tane, sonsuz
cinsiyetin keşfine yönelik bir moleküler cinsel-oluş politikasıdır. Molar
cinsel temsil, cinsellik pratiklerindeki çoksesli ifade biçimlerini ve
libidinal yüklenmedeki çoğalmaların potansiyel gücünü bir kimlik yanılsamasıyla
yok etmek için anatomo-politik etkiler, fallus merkezci yaşam semiyotikleri
üretmektedir. Moleküler bir queer politika, cinselliği arzuların mikropolitik
üretkenliğiyle ilişkilendirecek ve sabitlik üzerinden kurulu imgenin
katılaştırdığı yaşamın akışkan maddesini metastabl bir ivmelenmeyle molar
biçimlenişi yarmak üzere harekete geçirecektir. Mesele cinselliğin molar temsile
göre asimetrik bir fark oluşturduğu pratiklerin keşfi, cinsellik üzerindeki
iktidar olarak cinsiyet dispozitiflerini dağıtacak kimliksiz cinsel-oluşların
üretilmesidir. Cinselliğin, cinsiyet kabulleriyle disipliner bir yaşam
semiyotiğine indirgendiği yerde queer politika, yaşamsal kuvvetlerin herhangi
bir kategoriye indirgenemez ucube cinselliğinde saklı olan bir transseksüel
estetiğiyle sonsuz cinsiyetleri üretecek ve bu sonsuz cinsiyetleri karnavalesk
bir cinsel devrimin güçleri olarak kullanacaktır.
“Her yerde mikroskopik bir transseksüellik vardır ki, kadınların erkekler
kadar erkek içermesini ve erkeklerin birçok kadın içermesini, cinsiyetlerin
istatistiksel düzenini altüst eden üretim ilişkilerine birinin diğeriyle,
diğerinin biriyle dahil olmasını sağlamaktadır. sevişmek ne sadece bir, ne de
sadece iki olmaktır, ama yüz bin olmaktır.”[2]
Cinsellik pratiklerinin
devlet-biçimli olmayan formlarını yakalamak, kimlik dışı, estetik eyleyiş
biçimleriyle cinselliğin arzuları tek biçimli bir forma soktuğu değil, arzu
akımlarını çoğalttığı biçimleri keşfetmek gerekmektedir. Deleuze ve Guattari
için “erkek olmanın utancıyla” girilen bir kadın-oluş vardır. Kadın burada
yalnızca üst standart olarak erkeğin alt standardı olduğu için vardır.
Kadın-oluş asla bir kimlik romantizmi değildir. Çünkü önemli olan kadınların da
kendi kadın-oluş çizgilerini keşfetmesidir. Fallus’un ikili tek-anlamlı işlevi
düşünüldüğünde kadınların da henüz kadın olabildiği söylenemeyecektir. Bu
kadın-oluş çizgisi cinselliğin antropomorfik temsilinin dışında insani-olmayan
cinsiyetlerin keşfedileceği çizgidir. Mesele asla heteroseksüel “olmak” ya da
homoseksüel “olmak” değildir. Heteroseksüellliği de, homoseksüelliği de
devlet-biçimli olmayan cinsellik pratikleriyle icra etmek, arzu akımlarının
moleküler patlamalar yaratacağı farklı dostluk mikropolitikalarını yani
“oluş”ları yeni ortaklıklar inşa edebilmesi için pragmatize edebilmektir. Bu
insani olmayan cinsiyetler, Devlet-biçimli döngüler içine hapsedilmiş arzunun
bir kaçış çizgisiyle döngüsünü kırarak özgürleştiği her yerde her zaman hazırdır.
Çünkü Devlet-biçimli cinsellik pratiklerinin oluşturduğu cinsiyet temsilinin
kabuklu biçimlenişi içinde erotizmin akımı çoğaltan, soğurulamaz yeğinlikli
malzemesi hala hazırdır. “Her zaman, biraz Proust’ta olduğu gibi, entegre olmuş
sekslerin altında moleküler bir cinsellik fokurdar ve kaynar.”[3]
Bir radikal
queer politika, cinselliğin yeğinlikli tecrübesini soğuran her türden
düzenlemeye karşı kimliksiz-ucube bir cinselliğin yerliyurtlu cinsellik pratiklerini
yersizyurtsuzlaştıracağı bir kaçış çizgisi yaratır. Toplumsalın bağrındaki tüm
molar düzenlemeler, oluş halindeki bu moleküler cinselliği faşist-paranoyak
vektörlerle bastırmaya çalışır. Ancak günümüzde kaçış çizgilerinin önünü
tıkayan kapma aygıtları yönetimin çok daha sinsi biçimlerini keşfetmiştir. Çünkü
bastırmanın nazaran düşünüldüğünde açık havada işleyen kimlik belgesi
dispozitifleri çok daha işlevseldir. Özdeşlik yanılsaması LGBTİ militanları da
bir arzu politikasından ayırıp molar politikanın küçük aktörlerine
dönüştürmekte, moleküler cinsellik politikasını bir hak-hukuk mücadelesi
şeklinde talep-çıkar siyasetine sıkıştırmaktadır. LGBTİ mücadelesinde ortaya
çıkan cinsiyetlendirici dispozitifi dağıtma gücü yüksek devrimci potansiyel tam
da bu şekilde soğurulmaktadır. Siyaset üzerindeki molar ön-düzenleme olarak
reel politika, moleküler cinsellik pratiklerinin yaratacağı kültürel dönüşümü,
bir hukuki tanınma işleminin temsili dünyasına indirger. Bugün LGBTİ bireylere
verilen üçüncü cinsiyet hakkı da her ne kadar bir mücadelenin sonunda
kazanılmış kazanım olarak gözükse dahi arzu politikasının muazzam devrimci
potansiyelinin kazanılmış bir hak içinde soğurulmasını sağlamaktadır. İktidar
antagonistik farkın tehlikesini bir ön-düzenleme stratejisi olarak reel
politikanın her politikayı bir talep siyasetine indirgeyen kodlarıyla bertaraf
etmektedir. İktidar, bir arzu politikasına “öyleyse ne istiyorsunuz?” sorusunu
yönelterek onu kendi logos-merkezci dünyasına sıkıştırmak ister. Bu sorunun
logosa daveti, her zaman için bir tanınma talebiyle karşılanacak ve arzu
politikasının “herşeyi isteyen” potansiyeli böylelikle massedilecektir. Hatta
daha da tehlikeli bir açıdan üçüncü cinsiyet kabulünün Devlet-biçimli bir
homoseksüellik yaratacağı söylenebilir. Çünkü moleküler bir LGBTİ politikasının
sonsuz cinsellik pratiğini bir cinsel devrimi aktüelleştirecek tarzda yatay
ağlarla genişleteceği etik-politik hat, devlet biçimli bir kimlik belgesi
ahlakına dönüştürülmüştür.
“Herşeyi
isteyen” bir queer politika için üçüncü cinsiyet hiçbir şeyi ifade etmeyecektir.
Çünkü arzunun bastırılamaz akışkanlığında potansiyel olarak bekleyen sonsuz
sayıda antropomorfik olmayan cinsiyet vardır. Her biri aktüelleşmeyi bekleyen
bu cinsiyetleri, kategorilere dahil ederek sınıflandırmak arzunun sınırlarla
uzlaşmaz gücünü sınırlandırmak isteyen bürokratların işidir. Tanınmayı talep
ederek yatak odasına devleti çağırmaktansa cinselliğin verili biçimleri dışında
sonsuz cinsiyeti aktüelleştirecek devrimci queer-oluş tarzlarını yaratmak
direnişin görevidir. Devletin normal ya da anormal olarak
kataloglandıramayacağı kadar çok cinsel anomali yaratılmalıdır. Çünkü sevişmek
asla bir ya da iki olmak değildir. Sevişmek, Deleuze ve Guattari’nin hatırlattığı
gibi “yüz bin olmaktır.”