Estetik
rejimindeki kopuşları takip eden dikkatli bir göz avangardın terk edilmiş
kıyılarından günümüze dek gelen bir çizgide özellikle 90’lı yıllarda nihai
biçimine “çağdaş sanat” olarak ulaşan bu kopuşun ardında işleyen zaman
felsefesinden, etiğe dek uzanan sorunsalları takip edebilir. Savaştığı kurumsal
sanata nihayetinde yenik düşen ve Felix Guattari’nin ifadesiyle “estetik
yaratıyı sapkınlaştıran sanat piyasası” tarafından temellük edilen avangarda
karşın çağdaş sanattaki kurumsal olanın majörlüğünü içten dinamitleyen minör
hatların kaderi henüz belirsizliğini koruyor olsa da imkanın oradalığı arzuyu
kışkırtıyor.
Teorik
Bakış’ın “Güncel Sanat” başlıklı 8. sayısı çağdaş sanatın eleştirel teoriyle
transversal bir ilişkinin zenginliğinde buluştuğu karşılaşmanın kristalize
yüzeyinden yükselen yazılarla okuru bekliyor. Sanatın şizo-affektif dünyasından
gelen virtüelliğin zengin çağrısını politika, etik ve estetik gibi alanlar
arasında ayırt edilemez bir farksızlık noktası yaratan yazılarla seslendiren
dergi, okuru yaşam ve kavram arasındaki kopukluğu çağdaş sanatın yeni bir
ilişkiselliği örgütleyen doğasıyla aşmaya davet ediyor. Geriye diyalektik gibi
bir ilişkide beliren kısırlığı henüz aktüelleşmemiş imkanların çokluluğunda
aşmamızı sağlayan paradoksların karar-verilemez oluşu kalıyor. Ve paradoksta
saklı olan bu karar-verilemez oluş, soruları diyalektiğin yarattığı kısırlığın
aksine zenginliğe açan biricik imkan olarak beliriyor.
Çağdaş
Nedir? Et voila bu soru artık
bayağılaşmış neden-sonuç ilişkilerinin kurduğu tüm bir lineer izleğin orta
yerinde kaldırım taşlarının arasından fırlayan otlar misali zamanın safi
an-arkhe-oluşu olarak kronolojik zaman anlatısında tekinsiz bir kesinti
yaratıyor. Ulus-devletlerde somutlanan bir modernite fikriyle ona karşıt bir
estetik modernizm fikrinin arasındaki kör dövüşünün oluşturduğu bir hakikat
rejiminin ikili kıskacının çoktan kırıldığı yahut avangardın gerek tarihsel-politik
gerekse sanatsal bağlamıyla tarihe karıştığı koşullarda bu sorunun Nietzscheci
bir manevrayla L’intempestif (zamansız) fikrine yaklaştığı seziliyor.
Nietzsche gibi bir “Çağ-dışının
Gezintileri”nde nüvelerini yakalayabileceğimiz bu “zamansız” fikri, yüzeyin altındaki bir
derinlik yanılsamasının altını oyan ve böylelikle zamanın mevcut durağanlığında
bir akışkanlık, ağırlığında bir kırılma yaratarak, yüzeyin bastırılışında saklı
kalmış “Genius Loci”yi[1]
anlık parlamalarla aktüelleştiren bir sapma olarak karşımıza çıkıyor. Alman
Tarihselciliğinden gelen hastalıklı bir hatırlama ediminin yerine John
Rajchmann’ın ifadesiyle zamana “bir nebze diriltici unutkanlık zerk eden”
Nietzscheci “zamansız” nosyonu, izleğini
Foucault’dan Deleuze’e Agamben’den Ranciere’e dek sürdürebileceğimiz bir
kartografi arz ediyor.
Nude Descending a Staircase, No.2 - Marcel Duchamp |
Deleuze
ve Guattari’den devraldığımız jeo-felsefi bir bakışla derinlik yanılsaması
tarafından bastırılan genius loci’yi yüzeyin
hakikatinde çıplaklaştıran çağdaş sanatın çağdaşlığı tam da Foucault ve
Nietzsche gibi isimlerin nüvelerini sunduğu bu zamansızlığın güncellik
kazandığı karşılaşmaların doğasına vurgu yapıyor. Ranciere’in güncellik
nosyonundan Agamben’in çağdaş fikrine dek izler taşıyan bu zamansız unsur kronosun faşist-paranoyak bir tarzda özdeşlik
etrafında üst-kodladığı formsuz maddeyi yeniden kendinden kaçıracak ve bu
yeğinliği anarşi-şizofreni etrafında formsuzluğun virtüel deryasına
götürecektir. İşte bugün sanat tam da böylesi bir yersizyurtsuzlaşma hareketini
genius loci’nin büyüleyici dünyasını
yüzeye taşıyarak gerçekleştirmektedir. Bu açıdan çağdaş sanat pratiklerinde
kristalize olan farklı diyagramlarda, geleneksele cevap yükümlülüğüyle ortaya
çıkan kronosçu bir çağdaşlık fikrinin yerini yeniyi yaratırken eskiyi farklı
bir arada mümkün olabilirlik sahalarında kolaj yöntemine benzer bir tarzda
birleştiren assemblageların
yersizyurtsuzlaştırıcı şizofrenisi olarak Aioncu bir çağdaşlık fikri
almaktadır. Kişiselleştirilerek devlet biçimli bir forma sokulmuş saf yaşamı
boğan biyografilerin ölmeksizin cesetleştirdiği bedenleri yeniden büyülemek…
Sanatın tek kaygısı bu büyücülük yoluyla kişisel olmayan dirimsel yaşamın
keşfini sağlamak olabilir. Bu imkan saf yaşamın etik bir tarzla form ve
formsuzluk arasında oluşturduğu nakaratın estetiğini yaşamlarımızda yeniden
örgütlememizi ve kelimenin Foucaultcu anlamında bir varoluş estetiğiyle yaşam
ve sanat ayrımını ilga etmemizi sağlayacaktır. Bu ilga edişte saklı olan büyünün
imkanı genius loci’nin bu dünyadaki
diğer olanakları gösteren doğasıdır. İşte Deleuze ve Guattari bu imkanın
sabuklaması olarak “Biz Büyücüler” şeklinde esrimekteydi.
Bu yazı "PostDergi"de yayınlanmıştır.