10 Ocak 2017 Salı

Çağdaş Nedir?

Estetik rejimindeki kopuşları takip eden dikkatli bir göz avangardın terk edilmiş kıyılarından günümüze dek gelen bir çizgide özellikle 90’lı yıllarda nihai biçimine “çağdaş sanat” olarak ulaşan bu kopuşun ardında işleyen zaman felsefesinden, etiğe dek uzanan sorunsalları takip edebilir. Savaştığı kurumsal sanata nihayetinde yenik düşen ve Felix Guattari’nin ifadesiyle “estetik yaratıyı sapkınlaştıran sanat piyasası” tarafından temellük edilen avangarda karşın çağdaş sanattaki kurumsal olanın majörlüğünü içten dinamitleyen minör hatların kaderi henüz belirsizliğini koruyor olsa da imkanın oradalığı arzuyu kışkırtıyor.

Teorik Bakış’ın “Güncel Sanat” başlıklı 8. sayısı çağdaş sanatın eleştirel teoriyle transversal bir ilişkinin zenginliğinde buluştuğu karşılaşmanın kristalize yüzeyinden yükselen yazılarla okuru bekliyor. Sanatın şizo-affektif dünyasından gelen virtüelliğin zengin çağrısını politika, etik ve estetik gibi alanlar arasında ayırt edilemez bir farksızlık noktası yaratan yazılarla seslendiren dergi, okuru yaşam ve kavram arasındaki kopukluğu çağdaş sanatın yeni bir ilişkiselliği örgütleyen doğasıyla aşmaya davet ediyor. Geriye diyalektik gibi bir ilişkide beliren kısırlığı henüz aktüelleşmemiş imkanların çokluluğunda aşmamızı sağlayan paradoksların karar-verilemez oluşu kalıyor. Ve paradoksta saklı olan bu karar-verilemez oluş, soruları diyalektiğin yarattığı kısırlığın aksine zenginliğe açan biricik imkan olarak beliriyor.

Çağdaş Nedir? Et voila bu soru artık bayağılaşmış neden-sonuç ilişkilerinin kurduğu tüm bir lineer izleğin orta yerinde kaldırım taşlarının arasından fırlayan otlar misali zamanın safi an-arkhe-oluşu olarak kronolojik zaman anlatısında tekinsiz bir kesinti yaratıyor. Ulus-devletlerde somutlanan bir modernite fikriyle ona karşıt bir estetik modernizm fikrinin arasındaki kör dövüşünün oluşturduğu bir hakikat rejiminin ikili kıskacının çoktan kırıldığı yahut avangardın gerek tarihsel-politik gerekse sanatsal bağlamıyla tarihe karıştığı koşullarda bu sorunun Nietzscheci bir manevrayla L’intempestif (zamansız) fikrine yaklaştığı seziliyor. Nietzsche gibi bir “Çağ-dışının Gezintileri”nde nüvelerini yakalayabileceğimiz bu zamansız” fikri, yüzeyin altındaki bir derinlik yanılsamasının altını oyan ve böylelikle zamanın mevcut durağanlığında bir akışkanlık, ağırlığında bir kırılma yaratarak, yüzeyin bastırılışında saklı kalmış “Genius Loci”yi[1] anlık parlamalarla aktüelleştiren bir sapma olarak karşımıza çıkıyor. Alman Tarihselciliğinden gelen hastalıklı bir hatırlama ediminin yerine John Rajchmann’ın ifadesiyle zamana “bir nebze diriltici unutkanlık zerk eden” Nietzscheci “zamansız” nosyonu, izleğini Foucault’dan Deleuze’e Agamben’den Ranciere’e dek sürdürebileceğimiz bir kartografi arz ediyor.

Nude Descending a Staircase, No.2
-
Marcel Duchamp
Foucault’nun “l’actuel” (güncel) nosyonu Nietzsche’den gelen bu “zamansız” fikrinin barındırdığı kronolojik olmayan unsurun olumlanması olarak karşımıza çıkmaktaydı. Foucault’nun güncelliğin ontolojisi olarak  ifade ettiği bu imkan, zamanın tüm ağırlığıyla şeylere dayattığı formun bozulmaya başladığı körlemesine bir harekette beliren “zamansız”ın formun özdeşliğini farka açan plastik ilkesine ulaşıyordu. Şeylerin logos merkezci dağılımında toparlanamaz bir dağınıklık ya da neden-sonuç bağıntılarının kronolojik diziliminde tekinsiz bir kesinti oluşturan yani haritanın orta yerinde rizomatik bir çatlak yaratan zamansız Foucaultcu güncellik nosyonunu ereksel olmayan bir oluş hareketinin tehlikeli göçebeliğine ulaştırıyordu. Bize zamansız olarak beliren bu imkanlar silsilesi aslında Stoacı zaman felsefesinin sunduğu kavramsal haritanın upuygun deneyimi olarak karşımıza çıkıyor. Bu upuygunluk zamanın dolaysız kendindeliği olarak Aion’un Kronos üzerindeki önce-sonra ayrımını oluşturan kurucu darbesinin yani “olay”ın bize nasıl “zamansız” hissettirdiğini çıplaklaştırıyor sanki. Zamansız’ın haritanın ortasında rizomatik bir çatlak yaratarak belirdiği ortadan yakalandığımız assemblagelar olarak olaylar form ve formsuzluk arasındaki bir ahengi yakalayacağımız rezonansa giren çoklulukların nakaratını mümkün kılıyor. Bugün yaşamın dolaysız bir şekilde arz ettiği bu ivmelenmelerin yaşama aykırı güçler tarafından örselenmeye çalışıldığı yerde çağdaş ön ekli sanatın saf içkin yaşamın bu hareketine imkan sağlayan doğası dikkat çekici bir minör ayrıcalıklar dünyasını karşımıza çıkarıyor. Alıştığımız diyagram biçimlerinin dışında bir diyagramanın kristalize olmuş hali olarak sanat eserinin bize dayatılan kiplikleri Foucaultcu güncel nosyonuna yakın bir şekilde kıran doğası zamana zerk edilen diriltici unutkanlık olarak Nietzscheci zamansızın aktüelleşmesinden başka bir şey değildir.

Deleuze ve Guattari’den devraldığımız jeo-felsefi bir bakışla derinlik yanılsaması tarafından bastırılan genius loci’yi yüzeyin hakikatinde çıplaklaştıran çağdaş sanatın çağdaşlığı tam da Foucault ve Nietzsche gibi isimlerin nüvelerini sunduğu bu zamansızlığın güncellik kazandığı karşılaşmaların doğasına vurgu yapıyor. Ranciere’in güncellik nosyonundan Agamben’in çağdaş fikrine dek izler taşıyan bu zamansız unsur kronosun faşist-paranoyak bir tarzda özdeşlik etrafında üst-kodladığı formsuz maddeyi yeniden kendinden kaçıracak ve bu yeğinliği anarşi-şizofreni etrafında formsuzluğun virtüel deryasına götürecektir. İşte bugün sanat tam da böylesi bir yersizyurtsuzlaşma hareketini genius loci’nin büyüleyici dünyasını yüzeye taşıyarak gerçekleştirmektedir. Bu açıdan çağdaş sanat pratiklerinde kristalize olan farklı diyagramlarda, geleneksele cevap yükümlülüğüyle ortaya çıkan kronosçu bir çağdaşlık fikrinin yerini yeniyi yaratırken eskiyi farklı bir arada mümkün olabilirlik sahalarında kolaj yöntemine benzer bir tarzda birleştiren assemblageların yersizyurtsuzlaştırıcı şizofrenisi olarak Aioncu bir çağdaşlık fikri almaktadır. Kişiselleştirilerek devlet biçimli bir forma sokulmuş saf yaşamı boğan biyografilerin ölmeksizin cesetleştirdiği bedenleri yeniden büyülemek… Sanatın tek kaygısı bu büyücülük yoluyla kişisel olmayan dirimsel yaşamın keşfini sağlamak olabilir. Bu imkan saf yaşamın etik bir tarzla form ve formsuzluk arasında oluşturduğu nakaratın estetiğini yaşamlarımızda yeniden örgütlememizi ve kelimenin Foucaultcu anlamında bir varoluş estetiğiyle yaşam ve sanat ayrımını ilga etmemizi sağlayacaktır. Bu ilga edişte saklı olan büyünün imkanı genius loci’nin bu dünyadaki diğer olanakları gösteren doğasıdır. İşte Deleuze ve Guattari bu imkanın sabuklaması olarak “Biz Büyücüler” şeklinde esrimekteydi.

Bu yazı "PostDergi"de yayınlanmıştır.





[1] Lat. “Yerin Ruhu”