17 Ağustos 2015 Pazartesi

Kaçmak Devrimci Bir Eylemdir

    Batı düşüncesinin derinlerine kök salmış ağaçsı –hiyerarşik- düşünme biçimine karşı kök salmaksızın sürekli genişleyen çizgilerin, öncesiz ve sonrasız yatay akışların –köksap- savunusunu yapmak belki de Spinoza, Leibniz ve Nietzsche’de ilk örneklerine rastlayabileceğimiz, diyalektik kıskaçtan kendini ayırmış, kendi farkını olumlayan, etkisel (active) bir düşünme biçiminin nüvesini oluşturuyordu. Simulakrumları özdeşlik ilkesiyle hakikatin eksiltilmiş ancak temel veçheleri olarak sunan hiyerarşik ve aşkın bir dünyanın tasvirinden, tüm çizgileriyle beraber yatay bir içkin dünyanın hakikatine yönelen, ağaca karşı otu savunan DeleuzoGuattarici düşünce kartografik bir düşünce biçimidir. Yaşama aykırı güçlerin tüm yüz oluş biçimlerine karşı bilinçdışının kartografisini çıkaran ikili düşüncenin  kendisinden “sanrılı bir nokta”, “sapık bir işlev” yaratmış “sapları ve çatıları olan ağaçlara değil” kaldırım taşlarının arasından bir “yarma hareketi” ile çıkan otlara yönelmiştir. Tüm oluşların(Çöl-Oluş, Kadın-Oluş, Azınlık-Oluş, Devrimci-Oluş vb.) geniş coğrafyasına sahip DeleuzoGuattarici bir beden, arzusunu geçmiş nedensellik bağlarından kopararak, şimdi-oluş dahilindeki bedensel akışlarından sürekli bir biçimde “organsız beden” yaratmakta ve kapma aygıtları tehlikesine karşı kaçış çizgilerini takip etmektedir.

    Felsefeyi kavram yaratma sanatı olarak tanımlayan ikilinin tüm teorik girişimi bir çeşit neolojizm olarak görülebilir. Öyle ki L’Anti-Oedipe ve Mille Plateaux gibi temel eserlerinde ikili basitçe mikropolitika anlatmaktan ziyade adeta bir sanat gibi mikropolitika  ”icra etmektedir”. Deleuze&Guattari’nin tüm eserlerinde “kelimeler, karıncalar gibi ağaçlara tırmanarak” ağacı yerle bir eder yani tüm hiyerarşik yerliyurdlulukların yersizyurdsuzlaştırılması söz konusudur. Çünkü ikilinin çalışmalarında kelimeler asla metaforik bir anlam taşımaz, (“Bütün metaforlar iğrenç sözcüklerdir” der Deleuze) eserlerinde öne sürdükleri her kavram gösterenle gösterilenin keyfi birlikteliğini(gösterge) tersyüz eder ve onun özdeşliğini kırarak anlamı farka ve olumsallığa açar, yani ikilinin her kavramı şizofrenik bir neolojizm, estetik bir yaratı özelliği taşımaktadır. 



    Erklendirici bir Affectus’un (Spinoza) örneği olarak ikilinin karşılaşması ve bu karşılaşmanın sonucu olan düşünce macerası için Deleuze güzellemesi yapmaya alışığız. Ancak çoğu kez Batı metafiziğiyle büyük bir hesaplaşmaya giren bu büyük filozofun (Deleuze) gölgesinde kalan Felix Guattari’nin kavram yaratma etkinliği olan “felsefe sanat”ında Deleuze’den hiç de geri kalmayacak bir yetkinliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bir psikanalist olarak üzerindeki Lacan etkisini asla reddetmemiş olan Guattari, Deleuze’le karşılaşmasına dek arzuyu Babanın Yasasından ayıracak, anti-ödipal ve makinesel bir bilinçdışı teorisi üzerine çalışmaktaydı. Deleuze’le karşılaşmaları bu fikirlerinin “göçebebilim” perspektifine dek genişlemesini sağlayacak bir zenginleşme yaşatacaktı.

    Otonom Yayınları geçtiğimiz aylarda Felix Guattari’nin oğulları tarafından 2011 yılında bulunan “Kaçış Çizgileri” başlıklı eseri Işık Ergüden’in çeviri tecrübesiyle dilimize kazandırdı. Guattari gibi bir filozofu yeni bir dile yani yeni bir öznelliğe açan bu çaba Türkiye’deki ilgili okurun ve devrimci militanların Guattari’nin hala güncel olan sorgulamalarını yinelemesine olanak tanıması bakımından takdire şayan.

“Sadece Arzu Arzuyu Okuyabilir”

    Eserin henüz başlangıç bölümü Guattari’nin Lacan’a seslenişiyle başlar: “Bilinçdışı, bir dil gibi yapılandırılmış değildir.”. Her bir öznenin gösterenle gösterilenin keyfi birlikteliğini bir gerçekmiş gibi yaşamasını sağlayan, konuşan (daha doğrusu konuştuğunu zanneden) öznenin önkoşulu olarak karşımıza çıkan sembolik düzenin dil olmaksızın herhangi bir semiyotik sistem oluşturamayacağına yönelik egemen söyleme karşı Guattari dilden azade semiyotikleştirme biçimlerinin varlığına gönderme yapar. Bilinçdışının kendi içinde bir çokluk olduğu, bu çoklukta sonsuz semiyotikleştirme biçimlerini ihtiva ettiği yani şizo-analitik bilinçdışı teorisinin gösterdiği şekliyle arzunun dolayımsız bir üretkenlik olduğu iddiası Guattari’nin temel izleğini oluşturur. Bu noktada, arzunun bu üretkenliğine ve semiyotik bileşenlerin bu çokluğuna karşın arzunun sömürgeleştirildiği, semiyotiğin tek bir merkeze bağlandığı bu sembolik düzenin tepesindeki pek muteber “Gösteren Diktatörlüğü”nü konuşan özne için kaçınılmaz bir gereklilik olarak sunan Lacancı bakışın gizli muhafazakarlığı Guattari sayesinde açıklık kazanır. Arzuyu sömürgeleştiren “libidinal yatırımların semiyotik ön-düzenlemesi”ne karşı Guattari arzunun üretkenliğine, dolayımsızlığına ve Gösteren Diktatörlüğünden “kaçan” devrimci oluşuna dikkat çeker. Heterojen bir bilinçdışı kavrayışının gerekliliğini sembolik düzene karşı devrimci bir tavrın ön koşulu olarak sunar ve gösteren diktatörlüğüne karşı olan her arzu-mikropolitikasının bilinçdışına yönelik homojen bakış açılarından sıyrılması gerektiğini ifade eder. Guattari için “sadece arzu arzuyu okuyabilir” arzunun ön koşul olarak herhangi bir yasaya veya dolayıma ihtiyacı yoktur. Guattari’nin bu sayede devrimci bir bilinçdışı teorisine ulaştığını söyleyebiliriz.



“Faşizm Çoktan Geçti!

Guattari’nin eser boyunca pek çok farklı veçhelerini incelediği “öznellik üretimi” sorunsalı kapitalist örgütlenişin pek çok moleküler düzeyinde kendini iktidarın yüz oluş biçimlerinde belli etmektedir. Ancak “ne kadar minyatürleşmişse o kadar tiranlaşmış” iktidarın, yüz oluş biçimlerine karşı öznenin niçin Lacancı “ustaya odaklı zevk alış” benzeri bir ilişkiye girdiği, “bürokratik bir Eros”a kapıldığı sorusuna karşı Guattari “kolektif donanımlar” kavramını öne çıkartıyor. Libidoyu fetheden, arzuyu kapitalistik akışlarda yerliyurdlulaştırmak için kökensel bağından yersizyurdsuzlaştıran “kolektif donanımlar” belli bir semiyotik çerçevesinde öznellik üretmektedir. Toplumun “çerçevesini” yalnızca simulakr olarak var olan aşkın bir yapıda biçimlendirmek için gerekli olan moleküler güç ilişkileridir. Toplumsal alanın “örgüsünü ve zincirini” oluşturan moleküler güç ilişkilerini yaratmış olan “Kolektif Donanımlar” Guattari’nin ifadesiyle Batı toplumlarının faşizmi örtük bir biçimde keşfedişini temsil eder. Her sözcelem öznesini manipüle eden, onun yerine konuşan ve hedefler koyan “Kolektif Donanımlar”ın moler düzeyden (devlet gibi aşkın yapılar) önce moleküler düzlemde aranması gerektiğini tüm teorik serüveni boyunca vurgulayan Guattari, Devletin libidonun içinde aranması gerektiğini yani devletin yalnızca pratik edilen bir simulakr olduğunu ifade eder. Kendiyle ilgili aşkın bir simulakr yaratan iktidar aslında ilişki düzeyinde yani içkin bir düzlemde pratik edilen bir “davranışlar semiyotiğinden” fazlası değildir. Modern toplumda faşizm çoktan kapımızın eşiğinden geçmiş, iktidar bilinçdışımızın en mahrem köşesine dek etkin bir güç haline gelmiştir.

Arzuyu kolektif donanımlarla fetheden iktidarın, toplumu biçimlendirdiği “Süper Donanımlı Gulag” formuna karşı iktidarın mikro-montajlarını ifşa eden yeni bir yaşam pratiğinin zarureti Guattari’yi sözcelemin yeni bir mikro düzenlemesinin gerekliliğine götürmektedir.

 “Varlıktan Önce Politika Vardı!”

Tüm akışları kodlayan bir yaşam semiyotiği olarak “Kolektif Donanımlar” burjuvazinin sınıflaşmadan önce yarattığı yeni bir dolaysız yaşam pratiğiydi. Egemen moleküler güç ilişkilerine karşı Guattari’nin “sözcelemin mikro düzenlemesi” dediği yeni yaşam pratikleri, sözcelemin kapitalistik semiyotikleştirme biçimlerini çıplaklaştırıp yeni semiyotik akışları yaratarak başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterir. Arzunun kapitalistik kodlanışına karşı basit bir tepkisellikten öte olan arzunun yeni mikro düzenlenişleri “kar topu” etkisi yaratmaya muktedir kaçış çizgileridir. Ve mikro düzeyde gerçekleştirilen disinhibisyonlar (norm dışı hareketlenmeler) büyük toplumsal altüst oluşları tetikleyebilir(Bu Gezi direnişinin tasviri gibidir). Burada önemli olan makro bir söylemle yürütülecek devrimci faaliyetin iktidarın şeması dahilinde kalacağı ve tepkisellikten öteye gidemeyeceğidir. “Biri öncelikle toplumu değiştirmekten, diğeri ise gerçek yaşamda olup bitenle ilgilenmekten ibaret ardışık iki zaman yoktur.” diyor Guattari… Moler iktidarla moleküler güç ilişkilerinin senkronizasyonunu yani “gündelik hayatın faşist oluş biçimlerinin sentaksı”nı kıran, farklı yaşam biçimlerine hareket kazandıran mikro düzenlemeler kar topu etkisi yaratabilir (Gezi direnişinin başlangıcının ne kadar mikro düzeyde olduğunu hatırlamalıyız).

    Devrimci-oluş kapitalistik semiyotiğe bağlı olan yaşam pratiğinden “kaçmak” ve bu kaçış çizgisi üzerinde yeni, etkisel bir yaşam semiyotiği yaratmaktır. Aksi takdirde kendini olumlamak için Efendisini olumsuzlamaya ihtiyaç duyan ve bu tepkisel eylemiyle Efendiliği olumlamaktan öteye gidemeyen “Köle” konumundan çıkamayacağımız aşikardır. Despotun tepkisellik ürettiği ve söz konusu tepkisellik üzerinden giderek güçlendiği bugünün koşullarında kaçış çizgileri üzerinde etkisel bir“gezi”ntiyi arzulayanlar için Felix Guattari’den “Kaçış Çizgileri” kesinlikle okunmalı…

Çağrı Uluğer 

Bu yazı Mesele dergisinin 97. sayısında yayınlanmıştır.