Yalnızken
bile bir kabile ‘ile’
Kabile ‘ile’ dahi yalnız
Başlangıç ile...
İle’deki dostluğun keşfi ‘ile’...
Yaratımın yaratımı olarak yeniden-başlangıç ile...
Kabile ‘ile’ dahi yalnız
Başlangıç ile...
İle’deki dostluğun keşfi ‘ile’...
Yaratımın yaratımı olarak yeniden-başlangıç ile...
Başlangıçlar üzerine düşünmek, gündelik hayat bilgeliğinin
ve sözde bir samimiyet temsilinin sağduyuyu öğütleyen çürümüş ağlarından
sıyrılıp bir yaratım sorunsalına bağlanmak zorundadır. Bir estetin yaratım
üzerine sürdürdüğü kaygıyı yaşamlarımızdaki başlangıçlar üzerine odaklamak gerekmektedir.
Günümüzün semio-teknik aygıtı sinik bir hazcılığın yüzeyselliğiyle politik
tasavvurumuzu, aşklarımızı her türden
yaşamsal kaygımızı ayartalı epey oldu. Artık kötü şairlerin dizelerinde
romantize ettiğimiz başlangıçlara dair yetersizliğimizi yaratım sorunsalına ve
öznelliğin biyo-psişik üretimine dayanarak ele almamız gerekiyor.
Her
birimiz olumlanması oldukça güç bir etik talim sürecini gerektiren katatonik
bir töze sahibiz. Hepimiz birer çölüz. Durmaksızın küçük hazların tüketici
sarmallarında üstünden atladığımız ve durmaksızın yüzleşmekten kaçındığımız o
yalnızlığı nasıl göğüsleyip bir yaratımın kökenine dönüştüreceğiz? Bir eksilme
anlamına gelmeyen opak bir yüzey ya da doldurulmayı bekleyen bir boşluk olarak
öznelliğimizin tabula rasa’sı olan o
çölü kucaklamakta güçlük çekiyoruz. Boşluk ve karanlıkla mücadelemizde kaosu
yaşanabilir bir yeryurda dönüştürecek etik bir kaygı bize bir şey ifade etmiyor
artık. İnsana bahşedilen verili yeryurdlarla yetinip başımıza gelen olayı
üstlenecek atılımı gösteremeden gerisin geri bu yeryurdlara dönüyoruz. Kendi
üçüncü dünyamızla karşılaşmak bizi çıldırtıyor. Peki, çölde saklı yaratımın
kökeni olan o vahayı ya da okyanuslardaki ıssız adaları nasıl keşfedeceğiz?
Thanatos’un Eros’a aşkını nasıl kendi tarzımızda üreteceğiz? Anti-üretimi
üretimin yanı sıra dizilmiş bir olumlama varyantına nasıl dönüştüreceğiz?
Bize
tahsis edilen sözde aşkın-kökensel yeryurdu terk etmek, narsisistik hazzın
çukurunda kendi üstüne kapanmış bedenimizin ikonik bir temsili olan yüzümüzü
sökmek ve yaratımın yaratımı anlamına gelen tekil bir köken yaratmak. Gilles
Deleuze’ün hatırlattığı gibi okyanus denilen o çölün yanı sıra varolan bir ıssız
adayı yani öznelliğin kozmik yumurtasını yaratmak. İşte bu kozmik yumurta keşif
sürecine ardıl bir icada konudur. Sözgelimi Amerika kıtası keşfedilmiştir.
Ancak ampül’ün icat edildiğinden bahsederiz. Keşif bir yaratım değildir.
Yaratım bir icattır. Ancak keşiften yaratım bağlamında icada önsel zaruri bir
süreç olarak bahsetmek mümkündür. Bize Tanrıların, Büyük Öteki’nin vs. tahsis
ettiği sözde aşkın kökeni reddedip yolculuğa çıktığımızda keşif içkin bir
yaratım sürecine önsel malzemeyi sağlayan tutarlılık düzlemini keşfetmemiz
anlamına gelir. Keşif bir Exodus
hikayesi gibidir. Nihayeti kestirilemez ya içkin gerçek bir köken olarak icada
doğru ilerler ya da yavanlaşarak gerisin geri verili yeryurduna döner. Keşif
aslında sarmalına kapandığımız kapalı döngüsellikten çıkıp kaosla
karşılaşmaktır. Toprağın yerleşik güçlerinin bizi sabitlediği katmanlardaki
yaylaları yani muhtemel yersizyurtsuzlaşma çizgilerini keşfetmek, okyanus
denilen çölde bir ıssız ada aramaya koyulmak; yalnızlığımızın baş edemediğimiz
çölüyle karşılaşmaktır. Mesele hiçbir zaman kaos ile kapalı döngüsellikler
arasındaki bir tercih meselesi değildir. Önemli olan bedeni ikisinin arasındaki
bir karar-verilemez mıntıkaya yerleştirmektir. Bizi düzen ve kaos arasında
dışlayıcı bir tercih yapmaya zorlayan cendereyi kırmaktır. Başlangıç ancak
kaosla düzen arasındaki sınırda sürekli tetikte olmakla mümkündür. Bu sebepten
bedenin bir imkanlar silsilesi olarak keşfi dünyanın mastar halindeki doğasına
açık kalmamızı ancak yine de kaosun sarhoşluğuna kendimizi tam anlamıyla
bırakmamızı engelleyen bu karar-verilemez sınır çizgisinde dengede
kalabilmektir. Çölümüzdeki bir avareliği değil bir seyyahlığı deneyimleyebilmek
yani icat edebilmek için önce bu çizgiyi keşfetmemiz elzemdir. Bir
ölüm-çizgisine dönüşme potansiyeli taşıyan bu çizgide dengede kalmak yoğun bir
etik talim gerektirir. Örneğin Antonin Artaud bu çizgi üzerinde intihar
etmiştir. Vincent Van Gogh bu çizgi üzerinde gördüğü renklere yaklaşırken
delirmiştir. İşte icat ancak böylesi tehlikeli bir çizgide dünyamızın
tutarlılık düzlemini, onun mastar halindeki sonsuz doğasını temaşa
edebileceğimiz bu önsel keşifle imkan kazanmaya başlar. Sabuklamalarımızla
kozmik oyun arasındaki dengeyi bulabilmemiz için yaratmak gerekmektedir. Çünkü
aksi takdirde ya kapalı bir döngüsellik içinde dünyayı olumsuzlayan sarmallara
ya da kaosun karmaşık akımları içine düşmüş ölü bir yaprağa dönüşmek
kaçınılmazdır. Başlamak eksilme anlamına gelmeyen bir ıssızlığın bize sağladığı
imkanlara yaklaşmaya başlamaktır. Bu başlangıç
yalnızca uzun bir temaşa sonucunda keşfedilen kaosu nasıl duyumsanabilir
kılabileceğimizi gösteren kozmik yumurtayı yaratmaya başlamaktır. Çünkü
başlangıç sahte kökeni terk edip yalnızca yaratımla ortaya çıkartabileceğimiz
gerçek-içkin bir kökenin imkan sağladığı bir yeniden-başlangıçtan başka bir şey
değildir. Adalar ıssızdır çünkü içkin-gerçek bir köken yaratmamızı sağlayan
başlangıcın imgeleridirler. Ne kadar keşfedilse de sabit bir harita oluşturmaya
direnen yeni mağaraları ve güzergahları vardır. Ne kadar keşfedilirse
keşfedilsin ıssız kalırlar. Çünkü bir icat anlamına gelecek içkin bir yaratımın
kozmik yumurtasıdır adalar... Bu sebepten ıssız adalar bir icada konudur. Issız
adalar keşfedilmez; icat edilir. Okyanusu keşfetmek yetmez; her seferinde ıssız
kalacak bir ada icat etmek gerekir. Okyanus isimli çölün 0 derecesinden
itibaren yaratmamıza imkan tanıyan yani 0 derecesine akımları ekleyen kozmik
bir yumurtadır ıssız adalar... Çünkü her seferinde yeniden başlamak istiyorsak eğer
adamız ıssız kalmak zorundadır. Bu çevresindeki çölü yeni güzergahlar için
olumlamak anlamında ihtiyaç duyulan her seferinde yeniden atılıma içkin bir
sebep olan ıssızlıktır. Çünkü her başlangıç bir yeniden-başlangıçtır.
“Yeniden-başlamak” artık unuttuğumuz kudretimize dair bir bağlamdır. Issız bir
ada bedenimizin üçüncü dünyası, otonom bölgesi ve metruk uzamıdır. Issız ada, uzay
isimli bir çölün orta yerinde filizlenen kozmik bir yumurta olarak dünyamızın
mikro-sonsuzundaki bir başka kozmik yumurtadan başka bir şey değildir.
“Issız adadan hareketle
oluşan şeyin, yaratma değil yeniden-yaratma, başlangıç değil
yeniden-başlangıç olduğu doğrudur. Ada kökendir, ama ikincil kökendir. Ondan
itibaren her şey yeniden başlar. Ada bu yeniden başlangıç için asgari koşuldur,
ilk kökenden geriye kalan malzeme, her şeyi yeniden-üretmeye yetmesi gereken
çekirdek ya da yayılan yumurtadır.” (Deleuze, 2009, s. 23.)
Issız
adalar yeniden-başlangıcın okyanus ortasındaki kutsal topraklarıdır. Kendimize
ve dünyaya dair mitsel bir yaratımın etik varyantı ve organsız bedenidir.
Başlamak verili yeryurddan çıkma cesareti göstermek, organizmayı parçalamak ve
bir insan-dışı oluş keşfetmektir. Başlamak insani kategorilerin verili
sınırlarını aşındırmak ve bedenden bir insan-dışı oluş işlevi yaratmaktır. Gilles
Deleuze 1988-1989 yılları arasında Claire Parnet’yle gerçekleştirdiği “Alfabe” röportajında bir hayvanı
tanımlayan özelliğin onun her zaman tetikte olması olduğunu belirtiyor ve bir
filozof ya da yazar için de durumun farklı olmadığını ekliyordu. Yaratmaya
başlamak için bedeni insan ve insan-olmayan arasındaki bir sınırda tetikte tutmak, içkinliği sürekli olarak kendi
sınırlarını aşma ve kendini yenme şeklinde yani sürekli yeniden-başlama cesareti
ve sürekli yeniden-farklanma kudreti şeklinde bir çeşit öz-aşkınlık olarak icra
edebilmek için kaosla düzen arasındaki karar-verilemez ve oynak çizgide dengede
kalabilmek gerekir. Tetikte olmanın anlamı budur. Başlama cüretkarlığını
gösterebilmek için şeyleri ve dünyamızın açık seçik olmayan kaosunu her türden
verili yeryurd ve kanaatin dışında tehlikeli bir çizgi üzerinde temaşa
edebilmek...
Bedenin nöro-plastik esnekliğini küçük edilgen hazların
sarmalında katılaştıran onu ölü bir et parçasına dönüştüren katmanların
içindeki yaylaları bulmak bu yaylalardaki gizli kozmik yumurtaları icat etmek
gerekir. İcat, bir yayla üzerindeki sonu gelmeyen akışta sürekli
yeniden-başlayan içkin bir üretimdir. Sonu gelmez; ne kadar üretirse üretsin
hazza ve doyuma ulaşmayan bir iştahtır. Sürekli yeniden-başlangıç, sürekli
yeniden-üretim. Yeniden-başlamak insan-ötesi bir oluş, bir canavarlık ve bir
hain-oluş gerektirir. Tanınmamızı sağlayan verili bir yeryurddan koparak
tanınamaz oluncaya dek kaosu işlemek ve tekil bir biçim yaratmaktır. Minör-oluş
yeniden-başlayarak gerçek içkin bir köken üreten hainlerin yaşama yeni güç dereceleri
atfeden yaratımlarıdır. Bu ıssız ama bir o kadar çoğul olabilen bir köstebeklik
halidir. Kalabalık ortasında algılanamaz-oluşa girebilmek ve yaşamın gizil
akışıyla hemhal olabilmektir. Öte yandan sürünün yekpare olmaya yönelik özdeşliğin
sefil ekonomisine tabi olan köle biçimli arzusuna karşın bir bedende bile
çoğullaşabilme gücüdür. Başlangıç her zaman bir çölün orta yerinde yeni bir harita
çizmeye başlamak anlamındadır. Başlarken yalnızızdır ama bir o kadar da çoğul...
Çoğul olanı dışlamayan ne kadar çoğul olursa olsun yine de yeni olanın yaratımı
için bizi harekete geçiren bir ıssızlıktır bu. Kişinin bir kişiyken bile bir
kabile ‘ile’ olabilme ihtimalidir. Yalnızlık kurucu yarılmanın değil, kurucu
çeşitlenmenin ıssız bir araziye serilen çokluğudur. Tek kişiyken bile bir
kabile olmaktan bahsediyorsak eğer amacımız her şeyden önce yalnızlığın izole
olmakla hiç alakası olmadığını hatırlatmaktır. Başlangıç tam da yalnızlığı
izole oluştan ayıran edimdir. Yalnızlık eksilmeden ziyade yaratıcı çoğalmanın
kişinin kendisiyle kuracağı üretken bir ilişkinin; dünyayı olumlayan bir
kıvrılmanın yani yeniden-başlamanın içkin etik varyantıdır. Yalnız kalmayı
bilmeyenlerin unuttuğu bir bağlamı hatırlatmaktır. Yalnızlık, söylem öncesi
libidinal çoğulluğu yeniden kullanmanın suskun bir tarzını keşfetmektir. İnsani
bir dilin ötesinde konuşmanın yeni bir sözcelem düzenlemesi yaratmanın temel
çekirdeği sadece yalnızken dahi kabile olabilmemizi sağlayan o içkin etik-tözü
keşfetmektir. Yalnızlık izole olmakla alakasız bir çoğalma deneyimidir.
Yalnızlık biraz olsun anonimleşmeyi ve ıssızlaşmayı, biraz olsun ölüm anlamına
gelmeyen bir yok olmayı öğrenmenin yaşamın gizli akışını mütevazı bir tarzda
kullanmayı öğrenmenin yani sanatçı-oluşun imkanını sunar. Sabit bir öznelliğe
işaret etmeyen, bir yüze sahip olmayan yani kişisel olmayan yaşamın işlevini
keşfetmek ve bu akışları işleyerek bir şey icat etmek yani yaratmak önemlidir.
Bir parça dinginlik gerekir. Kaosu duyumsamak için biraz sessizlik ve onu bir
yaratıma dönüştürmek için biraz köstebeklik gerekir. Bu dostluğu ya da aşkı
olumsuzlamak değildir. Gerçek dostlar beraberken yalnız olmayı, suskun olmayı
bilirler. Her şeyin başladığı o çölü yani yoğunluğun 0 derecesini kullanmayı
öğrenmek için beraberce 0 derecesine inmeyi yani çöle ulaşmayı bilirler; ve
sürekli tetikte kalmamızı sağlayan o tehlikeli ve oynak çizgide dengede
kalabiliyorsak eğer bu dostluğun sağladığı bir kozmik yumurta sayesindedir. Dost
‘ile’ olmanın pek çok farklı çeşidi söz konusudur. Bir politik dava, bir aşk,
bir yazar yahut filozofa ait kavramsal bir arayüz oluşturan her türden açılım
bu dostluğun olumlandığı ilişki imkanları sunar.
Ölüm-Oluş
Yeniden-başlangıç her zaman için bir sona bağlıdır.
Kaçınılmaz olarak her oluşun vardığı bir ölüm-oluş vardır. Yaşamın akımı
kestiği noktada beliren ölümün gayri-şahsiliğinde hissedilen bir son, bir
deneyim olarak ölüm vardır.
“Her yoğunluk, kendi yaşamında ölüm deneyimini yönetir ve
onu sarmalar. Ve kuşkusuz ki her yoğunluk burada nihayete ulaşır, her oluş
ölüm-oluş haline gelir!” (Deleuze ve Guattari, 2014, s. 475.)
Ölmek anlamına
gelmeyen bir yok-oluş deneyimi, bir ıssızlaşma potansiyeli yani bir ölüm-deneyimidir
söz konusu olan. Dost ‘ile’ olmak, yalnızken bile bir kabile ‘ile’ olmak dostun
varlığında verili yeryurdumun çözüldüğünü, kimliğimin ölümü bedeniminse
canlanışı duyumsadığını fark edebilmektir. Dost ‘ile’ olmak yaşama diriltici
ölümler bahşetmektir. Bedenin kapalı döngüselliğinin sona ermesi anlamında bir
ölüm, erekselleşerek yavanlaşan bir oluş çizgisinin sona ermesi anlamında bir
ölüm... Çünkü bir yeniden-başlangıç öncelikle çözülme ve gayri-şahsi anlamdaki
ölümü göğüsleyebilme, kaosla bir an olsun kırılgan bir çıplaklık içinde karşılaşarak
yalnızlığımız çölüyle barışma potansiyeli sayesinde mümkündür. Narsisistik
hazzın çukurunda kutsallaştırdığımız ve bir kimlik anlatısı oluşturup dünyayı
olumsuzlamak ve ona kapanmak için kullandığımız yaralarımızı nevrotik
sızlanmanın ötesinde bir atılım için kullanabilmektir yeniden-başlamak...
Bedenin yara bere içindeki yüzeyine ve onun dünyanın açık seçik olmayan
kaosunun altındaki kırılganlığına kimliklerimizin konforunun dışında bir
çıplaklık içinde cesurca baktığımız özel bir anın sağladığı atılımdır başlamak...
Düşünce ve eylem (ki ikisini ayırt etmek imkansızdır) kendimize ve dünyaya dair
kanaat ve klişelerimizden, kimliğin narsisitik hazzının bayağılığından uzaklaşarak
nörolojik tıkanmaya sebebiyet veren her türden tortunun tam bir küretajıyla
başlar. Duygu repertuarımıza kazınmış nevrotik döngülerin ve kanaatlerin tam
bir temizliğiyle öznelliğin ıssızlaştığı bu an yeniden başlangıç için bize
mümkün etik açıklığı sağlar. Kudret bu sürecin ardından kaçınılmaz olarak
gelecektir. Kanaatlerimizin dünyayı kuşatmaya yetersiz olduğunu keşfettiğimiz
bu anda mütevazı bir şekilde düşünmeye ve eylemeye dair acizliğimizi olumlamak
yani dünyanın yalnızca kanaatlerimizden kaçtığı takdirde gerçekten bir varoluşa
sahip olduğunu fark etmek önemlidir. Düşünce ve eylem, kanaatlerimizi şiddetli
bir tepkisellik içinde dünyaya uygulamak yani dünyayı kuşatmak için değildir.
Aksine düşünce ve eylem, dünyayı yaşanabilir kılmak için, kendi üstüne kapanma
anlamına gelmeyen yani kendi merkezine merkez-kaç uygulayan paradoksal bir yeryurd
yaratabilmek içindir. Kanaatlerimizin ve kimliklerimizin dışındaki bu acizliği
olumlamak yalnızca nevrotik bir kendini ispatlama çabası içine girmiş öznelliğe
korkutucu gelir. Ancak eyleyenler bilir ki düşünce ve kudret, tam da baştaki bu
acizliğimizi olumlayarak dünyayı bütün bunların dışında temaşa edebilmekle
kazanılır. Kendi ölüm-oluşunu olumlayabilmek...
Yeniden-başlamak ancak öncelikli bir ölüm-oluşla
kaçınılmaz bir ıssızlaşma ve algılanamaz-oluş haliyle mümkündür. Yeniden-başlamak,
Thanatos’un Eros’a duyduğu doymak bilmez, iştahlı aşkı olumlayabilmektir. Kimliğimizin
ölümünü duyumsamak ve bu durumu bir yaratımın kaynağı haline getirebilmek, gerçek
bir içkin köken için yeniden-başlayabilmek ölüm anlamına gelmeyen daha çok bir
yok-oluş bir ıssızlaşma anlamına gelen bu ölüm deneyimini kullanabilmekten
geçer. Yeniden-başlamak isteyenin öncelikle yok-oluş anlamına gelen bu mütevazı
ölümü öğrenmesi gerekir. Gerçek bir ontolojik varoluş sergileme imkanımız bu
yok-oluş deneyimini pragmatikleştirebilmekte ve sürekli yeniden farklanmak için
kullanabilmekte saklıdır. “Denizdeki şarap damlası ya da demirdeki ateş”
(Deleuze, 2015, s.) gibi olabilmektir.
"Ulaştığı sonda, yok olmak için varlığa, var olmak
için gerekenden daha çok ihtiyacı varmış gibiydi." (Blanchot, 1993, s.
81.)
Ölüm-oluş
yeniden-başlama kudretidir. Yeniden-başlangıç bir kaçış çizgisinden başka bir
şey değildir. Bir kaçış çizgisi kimliğimizin kapalı döngüselliğinde
yalnızlığımızın çölüyle yüzleşmekten kaçtığımız tepkisel hazların
sarmallarından yani yalancı bir karnavalesk ruhtan ayrılmalıdır. Tam tersine
kaçış çizgisi bir ölüm-oluşla verili yeryurdu terk edebilme kabiliyeti ve kudretidir.
Kaçış çizgisi kaçarken kaçtığımız şeyi de kaçırmak anlamına gelmektedir. Bu
oldukça zordur. Yahudilerin Exodus
hikayesi buna güzel bir örnek teşkil eder. Musa’yla birlikte bir kaçış
çizgisini takip eden İbraniler kaçtıkları Firavunun da sonuna sebep olurlar.
Arzunun bir ölüm-oluş sonucunda ortaya çıkan bir sürgün olarak anlamı böylesi
bir kaçış çizgisinde yeniden-başlamak anlamına gelir. Sürgündeki karşılaşmayı
olumlu bir karşılaşma haline getirebilmektir. Ölümü diriltici bir ölüm, yarayı
taşkın ve üretken bir kan akışı olarak düşleyebilmek becerisidir.
Yavanlaşan bir oluş
çizgisi bedeni yaralayabilir. Günümüzde sorunumuz yavanlaşan bu çizgiyi bir
ölüm-oluşla sonlandırıp yeniden-başlangıçlar örgütleyememizdir. Yarayı dünyaya
kapanacağımız bir kendini üstüne kapanma haline ya da melankolik bir yaşam
üslubunun kolaylıkla hınca doğru sürüklenebilecek konforlu patikalarına tercüme
ediyoruz. Kanaatlerimizin dünyanın ve ilişkilerimizin nesnel varlığıyla
uyuşmazlığı sonucunda beliren yaranın aslında bize dünyanın hiçbir temsille
özdeşleşemez materyalist taşkınlığını gösterdiğini kaçırıyoruz. Kanaatleri
uygulamak yerine akışları işlemenin erdemine yabancıyız. Yaralarımızı bedeni
içkinliğe kapatan kimlik anlatılarına dönüştüren sonu gelmez bir bayağılığa
bulanmış durumdayız. Bunun yerine yarayı yeni bir biçimleniş için kullanmanın,
ızdırabı dostla paylaşmanın ve acizliğimizi kabullenerek dünyaya her türden
temsilin ve kanaatin dışında yaklaşmanın bize gerçek bir neşeyi sağlayacak
kudret talimlerini kazandırdığını görmek gerçek bir yeniden-başlangıcın yegane
imkanıdır. Kaosla nevrotik-tepkisel bir kendini ispatlama halinde mücadele
etmenin yerine kaosun altındaki kırılganlığımızı ve acizliğimizi cesur bir
şekilde keşfederek değişik kendilik pratikleri ve kudret talimleriyle icada
yönelmek yani kaosu duyumsanabilir kılacak kozmik yumurtalardan yola çıkarak
sadece üretmek gerekmektedir. Acizliği kabullenen bu ilksel hareket sayesinde
kucakladığımız ölüm-oluş; bize yeniden-başlamanın etik talimlerini kazandırır.
Çünkü yaratmak oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. Ontolojik bir varoluş
göstermek ve bedenimizin kudretine muktedir olabilmek için sonu gelmeyen etik
deneylere girişerek sürekli olarak ölüm-oluşu olumlama talimleri
gerçekleştirmeliyiz. Çünkü kaçış çizgisi kaderine muktedir olamadığımız
çoğunlukla tıkanmalarla sonuçlanan tehlikeli bir süreçtir. Yaralanan bedeni bir
ölüm-oluşla yeniden başlangıca açmak gerekmektedir. İntiharları trajik bir
mistifikasyona bulama derdindeki tepkisel insani hazzın ötesinde yaşamın yeni
akışlara ulaşmak için deneyimlediği bu ölüm-oluşu mütevazı bir şekilde
göğüsleyebilmek elzemdir. Ontolojik bir varoluş sergilemenin yegane imkanı
kişisel olmayan akıştaki yaşamın kendini çeşitlendirmek için gerçekleştirdiği
bu ölüm-oluşu kavrayabilmekte saklıdır.
Deleuze ve
Guattari’yi basit bir karnavalesk ruhun hedonist takipçileri olarak gösteren
popüler didaktik bayağılığın tersine bu iki dost her şeyden önce çölün ve
ölüm-oluşun filozoflarıdır. Onlardan yeniden-başlangıcı yani ölüm-oluşu
öğrenmek; işte gerçek bir Deleuze ve Guattari okuru için yegane etik görev
budur. Onlar “ölümün şizofrenikleştirilmesinden” (Deleuze ve Guattari, 2014, s.
475) bahsetmektedirler. Bu oldukça güç bir etik talim sürecine gönderme yapar.
Çünkü ölümü şizofrenikleştirmek içkinliği bir öz-aşkınlık olarak icra ederek
insan-ötesi bir oluşa kavuşmaktır. Bu yaratmak demektir. Yaratan bir beden
çoğullaşarak insan-biçimli olmayan bir cinselliği keşfeden yani varlığın
erotikasını keşfeden bir bedendir. O tek kişiyken bile bir kabile ‘ile’dir.
Ancak sonsuz oluşlarının yanında bir çöl ya da bir ıssız ada gibi yalnız olmayı
bilen, kendi üçüncü dünyasına dönebilen bir bedendir. Çünkü ancak bu sayede bir
başlangıca kavuşabilmektedir.
Felix [Guattari]
bir grup, bir çete veya bir kavim adamıydı ve bununla birlikte bütün bu
oluşlarla, dostlarıyla, bu gruplarla dolu bir çöl, yalnız bir adamdı. (Deleuze
ve Parnet, 1990, s. 33.)
Kaynakça
Blanchot, M.,
(1993). Karanlık Thomas. (S.
Dolanoğlu, Çev.) İstanbul: Metis Yayıncılık.
Deleuze, G.,
(2009). Issız Ada ve Diğer Metinler. (F.
Taylan, H. Yücefer, Çev.) İstanbul: Bağlam Yayıncılık
Deleuze, G., &
Guattari, F. (2014). Anti- Ödipus.
(F. Ege, H. Erdoğan, & M. Yiğitalp, Çev.) Ankara: BS Kitap.
Deleuze, G.,
Parnet, C., (1990) Diyaloglar. (A.
Akay, Çev.) İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Bu yazı K24'te yayınlanmıştır.
Bu yazı K24'te yayınlanmıştır.